İstanbul/Aşk Acısı/Etkili İletişim




Bir haftalık İzmir-Bursa-İstanbul seyahatinin ardından gene İzmir'deyim, evimde. Özellikle son dönemde son derece içe dönük yaşayan benim dışarısıyla, akrabalarla, eski dostlarla hatta yeni insanlarla dışarıya açıldığım bir süreç oldu.
Yalnız başına direksiyon başındaydım ilk olarak, radyo dinleyerek. Büyük şehirlerden uzaklaştıkça, dağların arasından geçen yollarda dinleyebileceğin bir kaç radyo kalıyor. Bir radyo çekmeyi bırakınca diğerine atlayarak yola devam ediyorsun. Nasıl bir tesadüfse rastlayan bütün şarkılar bu kadim "terk etme", "terk edilme" meseleleri üzerineydi. Balıkesir civarında "Duydum ki unutmuşsun, gözlerimin rengini" diye bağıra çağıra söylediğimi hatırlıyorum. Rastladığım bir diğeri ise Emre Aydın isimli zatın "Son Defa" isimli şarkısı oldu. Yakın dönemde bir terk edilme durumum olmadı, taze bir aşk acım yok ama terk edilmenin acısını da baya iyi bilirim. Tam aksine, uzun bir ilişkinin sonunda, defalarca bitmesi gereken, problemli bir ilişkiyi bitiren taraftım. Birinin canını korkunç acıttım. Aslında canının acıdığını görmek, buna dayanamamak beni onun yanında tutuyordu. Klibi de çok acıklı olan bu şarkı gözlerimden bir iki damla yaş getirme başarısını gösterdi. Artık bu "aşk acısı" denilen şeyi arkadaş, ne yaşamak, ne de yaşatmak istiyorum. Fark ettiğim şey bu oldu.
İstanbul günlerimse gözlemleyerek geçti. Şehri terk ettiğimden bu yana E5 denilen yolun iki tarafında yeni yapılmış dikkat çekici binalar, ilk gözüme çarpan şey oldu. Konut projeleri, kamu binaları falan. Düşündüğüm şey ise bir gün bu iktidar gittiğinde bu "ucube"lerle baş başa kalacağımız oldu. İstanbul ortasından yarılmak suretiyle bir kanal açılmış, ormanlarına girilmiş, 25 milyon nüfusa ulaşmış devasa bir çirkinlik. Tahribat kendini bu toplumsal histeriden, "kalkınma ilüzyonu"ndan kurtulunduğunda iyice gösterecek.
Eski dostlarla rakı içtik. Seçim sonuçlarını değerlendirdik. AKP hegemonyası altında yaşamaya alışmış, kanıksamış durumdayız. Hayat devam ediyor. AKP'nin 330'un altında kalması, BDP'nin 36 milletvekili çıkarması ve Türkiye sosyalist solunun kesin yenilgisi, hatta yok oluşu. Öngörülerde bulunmak zor, sanıyorum şu an AKP için bile öyle. Hesaplar yapıyor, stratejiler çiziyor olmalılar. Geleceği konuşabilmek için biraz zamana ihtiyaç var.
Bir de İstanbul ziyaretimin esas nedeni çalıştığım şirketin organize ettiği "Etkili İletişim" eğitimiydi. Tam bir saçmalık. Somut olarak şartları belli, sınırları çizilmiş bir şekilde sömürülürken bu "somut realiteden", "sömürüldüğümüz realitesinden" hiç söz edilmeden sözde nasıl mutlu çalışanlar olacağımıza dair bize tavsiyelerde bulundular. Postmodern şirket dünyasının metafizik söylenceleri bunlar, ortaçağ köylüsünde dinin gördüğü işlevi şimdi bunlar görüyor. "Bedenini satıyorsun ama yetmez, ruhunu da satmalısın, emek harcıyor olman yetmez, severek harcamalısın ki, daha çok iş yapıp verimli olabilesin". Belirli bir yaşın üstündekiler genel anlamda ciddiye almıyor görünselerde, genç topluluğun gerçekten bu eğitimin kendilerine bir şey katabileceğine inancıydı dikkat çekici olan şey.
Bir ara müstakbel iş arkadaşlarımdan bir kadınla sohbet ettim, durum felaketti. "Secret" adında bir şeyden söz etti. Özetle "bir şeyi evrenden istersen olur" şeklinde bir inanç. Sinirlendim. "Yani bu felsefeyi Afrikalılara öğretsek, tümü istese, Afrika kalkınır mı demek istiyorsunuz?" diye sordum. "Evet, buna inanıyorum" dedi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım.
Yalnız evime döndüm. Bu hareketli haftadan sonra sessizlik ve yalnızlık hakimdi. Dışa açılmanın da içe kapanmanın da bazı dönemlerde mutsuz edici olabildiğini sezinledim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder